biryudumtarih
  GİRİŞ
 

GİRİŞ

Annesizlik dile kolay...Yaşayan bilir. Abdülhamid Efendi, bu acıyı daha çocukluğunda yaşar ve bilir.
Sık sık odasına kapanır, onun aldığı hediyelere, onun diktiği mintanlara yumulur ağlar. Yastıklarda perdelerde onun kokusunu arar. Duygusallığından mı bilinmez hayallere dalar. Kah annesinin gölgeden hafif hayali kapıdan girer. Kah kendisi Beylerbeyi sarayına gider kucağına koşar. Tirimüjgan hanımın ela gözleri parıldar. Karyolasının altındaki kırmızı kadifeyi göstererek "altına bakmak istermesin?" diye sorar. Küçük efendi eliyle kadifenin altını tarar ve içinde gümüş kuruşlar olan keseyi yakalar. Hisli kadın gözlerini kapar ve ancak bir annenin duyacağı bir hazla "Aslanım" der, "Aslanım benim"


Bu zarif ve nahif kadın ufak tefek ama vakurdur. Asildir, mütebessimdir, saygılıdır. Bir Şapsıh* kadını nasıl olursa öyledir işte. Böylesi ele az geçer ve kaybına ağlanır. Hele anne olursa.


İşte küçük Efendi'nin kendi kendine dertleşip, boyun büktüğü günlerden birinde kapı gıcırdamadan aralanır ve gölge düşer yanına. Abdülhamid efendi kendi dünyasındadır ve gelenin farkına bile varmaz. Bu derin sessizlik ne kadar sürer bilinmez. Birara ziyaretçisinin farkına varır ve babası ile göz göze gelirler. Abdülmecid Han sesine en müşfik tonları oturtarak "Ölenle ölünmüyor be oğlum" der, "dünya yalan iste!" sonra eğilir eliyle gözlerinin yaşını siler. "Yalnızlık..." der. "yalnızlık Allaha mahsus içli oğlum!"

Sarılıp kucaklaşırlar. Abdülmecid Han hassas çocuğunu yanaklarından öper ve "Evet" der, "annenin yerini tutamaz ama beni dinlersen gel, Perestu kadına oğul ol" Abdülhamid Efendi "nasıl isterseniz" der, boynunu büker.


Abdülmecid Han, onu setresinin altına saklayarak Perestu kadının dairesine götürür. "Sen evlad istiyordun değil mi" der, "al sana aslan gibi bir oğul"


Perestu kadın dindarlığı ve şefkati ile tanınır, güngörmüştür, ağırbaşladır.. Çocukları çok sever ama çocuğu olmaz. İşte o gün hayata yeniden başlar, Abdülhamid Efendi'ye analık yapar. Öyle ki Abdülhamid Han onu yıllar sonra bile rahmetle anar ve derdi ki: "Eğer annem yaşasaydı, bana bundan iyi bakamazdı." (1)


Abdülhamid Efendi'nin çocukluğunda başlayan çilesi gün geçtikçe artarak devam eder. Gençliğinin baharı olan 19 yaşına geldiğinde babasının ölüm haberiyle bir kez daha yıkılır. Ama o ağırbaşlılığı, metaneti ile acıyı yüreğinin derinliklerinde muhafaza etmesini bilir.

Bu acılar kendisini daha da olgunlaştım. Eğitimine daha bir dikkat eder, oyun ve eğlenceden uzak kalır. Hep okumak, dünyada olup bitenlerden haberdar olmak ister. Bu nedenle hocalarının ve ilim ehli insanların anlattıklarını dikkatle dinlemekten kendisini alıkoyan herşeyden kaçar.


Mektep sıralarında bütün dikkatini derslerine verir. Keskin bakışlarını hocanın gözlerine diker ve anlattığı her kelimeyi beynine nakş eder. Olaylar, üzerinde düşünür, anlamadıklarını ders sonrasında sormaktan çekinmez.


İngiliz Ajanı Vambery'nin tespitleri: "Gür ve ahenkli sesi ile dinleyicilerini derhal tesiri ve nüfuzu altına almasını bilirdi... Siyah gözlerini hocasının üzerine dikerek onun ağzından çıkacak her Fransızca kelimeyi koparır gibi çekip almak isterdi." (2)


Abdülhamid Efendi, aynı zamanda tembelliği sevmeyen faal bir insandır. Dünyada olup bitenler hakkında en ince teferruatına kadar öğrenmek isteği kendisini araştırmaya sevkeder. Aynı zamanda ülke meseleleriyle yakından ilgilenir, zamanın yöneticilerinin samimiyet derecelerini, yaşam ve idare tarzlarını araştırır, gerçekleri öğrenmeye çalışır. Bu zengin bilgi birikiminden saltanatı boyunca ziyadesiyle istifade eder. (3)

 
 
  Bugün 54 ziyaretçi (56 klik) kişi burdaydı!  

Tıkla Sende Sitene Ekle

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol